28 Nisan 2014 Pazartesi

‘Tarihsiz ve coğrafyasız devrim olmaz!’


Türkiye ilericiliğinde ülkemizin ve halkımızın tarihsel konumuna yönelik arayışlar yoğunlaşıyor. Ahmet Yıldız’a göre, Türk ilericiliği bu alandaki eksikliğinin faturasını çok ağır ödediğinin daha yeni yeni farkına varıyor.

Türkiye ilericiliğinin devrim mücadelesinde, bu ülkenin ve halkının gerek tarih gerekse coğrafya içindeki konuşlanmasının yeterince irdelenmediği, dolayısıyla bu alanın Türk gericiliği tarafından “başarıyla işgal edildiği” bir kez daha vurgulandı. Kısa bir süre önce çıkardığı yeni kitabı “Nizamülmülk’ün Öldürülüşü”nde, bu büyük boşluğu edebiyat ile ilişkilendirmeye çalıştığını belirten yazar Ahmet Yıldız, önümüzdeki dönemin devrimci mücadelesinde, tarih ve coğrafyamıza onları dönüştürmek üzere müdahale etmenin özel bir önem taşıyacağına dikkat çekti. Yaşadığımız toprakların ve emekçi halkımızın gerçek tarihini bilmeden sosyalist, yazar, şair, politikacı vs. olunamayacağını savunan Ahmet Yıldız, sorularımızı yanıtladı.


Yeni kitabınızda, onyıllardır gericiliğin silahları arasında kabul edilen Türk tarihini bire bir kullanan öykülere yer verdiniz? Niçin?
Biz Türk yazar ve şairler ideolojik bile ol(a)mayan bahanelerle tarihimizden uzak durup kaçıyoruz. Benim için “Türk”, Türk dilini kullanan, bu dile kendini ait hisseden kişilerdir. Yoksa
soy sopla ilgilenmek bizim işimiz değildir; doğru da değildir, sonuç almak da mümkün değildir. Türk dili öyle ki, dünyadaki 5 bin küsür dil içinde dilbilgisi kuralı apayrı beş dilin başını çeken konumda. 4995 adet Hint Avrupa Dilleri karşısında tek Ural Altay dili gibi bir şey. İşte bu dilin izini geriye doğru sürdüğümüzde biz yazar ve edebiyatçılar için müthiş bir zenginlik görüyoruz. Benim “yol”um, ilgim buraya... Bence Almanları da tanımak için diline bakılmalı. Örneğin Kürtleri de tanımak için Kürtçenin izini sürmek gerekir. Kimdir Kürtler?
Dillerinin bir kuralı, türeme yapısı var mı? Niçin Urduca sözcükler var? Dilden anlamaya çalışmak, dil kültürünün izini sürmek fili tanımamızın tek yolu bence... Böylece kendisine “Türk’üm” diyen 60 milyon geniş emekçi yığınlarını da tanımaya çalışıyorum.

TARİHİNDEN KORKMAK YA DA KORKMAMAK
Türkiye solunun ve sol edebiyatımızın, kendi tarihinden korktuğunu mu düşünüyorsunuz?
Edebiyat insanı insana anlatır. “Anlatmazsam duramam” duygusunun yaratısı. Tolstoy, Umberto Eco, Amin Maalouf, Borges, Shakespeare, Calvino bu yolla başarılı oldular. Tarih, ünlü Bizanslı tarihçi Kinnamos’un
deyimiyle “geçmiş olayları sürüp giden hayata bağlar.” Çocukluğumuzdan ölene dek, ilk çağlardan modern çağlara dek süren çizgide hep insanların ve olayların hikayesiyle yaşarız. İnsanın insanlaşma serüveninin,
gelecek kuşaklarla kurduğumuz zincirin diyalektik gücüdür bu. İnsanın trajik öyküsünün olduğu her yaralı
nokta ilgim içinde.

Tarihe, ilericilik adına ve onu kabullenerek yaklaşmak başlı başına bir sorun değil mi?
Ülkemizde sol çevreler ve devrimci politikacıların artık kangren olmuş “geniş kitlelere ulaşma” sorunu yok mu? Var. Solun ilgilenmediği, üzerinde durmadığı, eksik bıraktığı noktalardır tarihimiz. Nedense bu alanı milliyetçiyim diyen partiye emanet ettik; çok rahatız yani. Bu gerici çevrelerde ise Türk tarihine ve kültürüne nüfuz edecek ne yetenek vardır ne de slogandan ve hamasetten öte bir niyet. Ben Türklerin kendilerini tanımadığını düşünüyorum.

TARİH BİLİNCİYLE ETKİLİ MÜCADELE
Tarihe böyle yaklaşıp bir kurgu nesnesi olarak kullanmak, ilerici/devrimci edebi müdahaleyi nasıl etkileyebilir? Sizin bakışınız ve tutumunuz nasıl oldu?
Dev-Genç’in eski başkanlarından Mehmet Ali Yılmaz geçen gün çok güzel yazmıştı: “Tarih” ve özellikle de “Türklerin Tarihi”, “Anadolu Tarihi”, “İslam Tarihi” ve bu tarihin geçtiği “coğrafyayı” bilmediğimiz gibi, bu konularda sol tarafından yok denecek kadar az çalışma yapıldığını görürüz. Tarihini ve yaşadığı coğrafyayı iyi bilmediğimiz ve aslında tanımadığımız bir topluma ulaşmaya ve hatta onu örgütlemeye çalıştık. El yordamıyla yapılan sınıfsal tahlillere göre mücadele yürüterek de ancak o kadar başarılı olabildik. Emperyalist güçlere ve içerideki uzantılarına karşı yürütülecek mücadelede herkesin onlara karşı birlik içinde olması, en azından onların yanında olmaması gerekirdi. Bu eksikliğin temelinde tarih ve coğrafya bilincine sahip olmayışımızın etkisi büyüktür. Bizdeki bu eksikliği, emperyalistler ve gericiler-faşistler bize karşı çok etkili şekillerde kullandılar ve bu sayede geniş kitleleri yanlarında tutmakta daha başarılı oldular. Tarih ve coğrafya bilinci eksikliği, siyasi panoramaya bütünlüklü ve stratejik bakma yetisini de sınırlayan etkenlerdir. Örneklerini bugün bolca görebiliyoruz.

NERUDA İSPANYOLCAYA SAYGISIZ OLABAİLİR Mİ?
Örneğin, bir Doğan Avcıoğlu’nun yolundan gitmediğimizi mi söylüyorsunuz?
Biz Doğan Avcıoğlu’nun yolundan gitmedik. Dört ciltlik müthiş çalışması olan Türklerin Tarihi’yle yapayalnız kaldı. Çok geniş bir tarih penceresi açtı. Anadolu’nun Türkleşmesi, Orta Asya Türkleri, Asya ve Avrupa Hunları, Göktürkler, Uygurlar, Rusya ve Avrupa Türkleri, Doğu Avrupa Yahudiliğinin Türk kökenli olup olmadığı tartışması vs. kitaplarının müthiş konularıdır. Hangimiz o yoldan gitmeye çalıştık? Kocaman bir sıfırız. Yalçın Küçük, “Tarihçi de olmak zorundayım” diyor isyan ederek...

Bir “Türk korkusu” mu var? Türk edebiyatındaki ilericiler de bu çekimin etkisinde mi kaldı?
Çoğu emekçi, yoksul -yukarıda belirttiğim anlamda- “Türk” halkı, bence yazar ve şairlerimizce yapayalnız bırakıldı; her “Türk’üm” diyen potansiyel bir Kenan Evrenmiş “muamelesi” gördü! “Resmi tarih”i eleştiriyoruz diye de Türkleri katil, ırkçı, lanet insanlar olarak suçlayan azınlıkların tarihini bize tarihimiz diye dayatmaya çalıştılar. Öyle ki, gençlerimiz için “Dersim Katliamı” ve Hrant Dink’in katledilişinden başka tarihimiz yok! Oysa Lenin’in, “Ruslar da diğer halklar ne kadar günahkârsa o kadar kötü, ne kadar uygarlığa katkıda bulunmuşsa o kadar değerli bir halktır” demişti. Eagleton’un lafını da unutmayalım: Azınlıklar hiçbir yerde devrim yapmamıştır! Siz Nâzım Hikmet’in Türkçeye ve Türk halkına, siz Neruda’nın İspanyolcaya ve İspanyolca konuşan halklara, siz Tolstoy’un Rus halkına saygısız, ilgisiz olabileceğini düşünür müsünüz? Biz Türkçe yazan tüm yazar ve şairler, Türk halkını anlaşılmaz bir granite benzeten Falih Rıfkı gibi, Türk bireyinin derinliklerine sondaj yapmak zorunda değil miyiz? Bunun için onları, tarihleriyle birlikte ilgi alanımızın birinci mertebesine koymak zorunda değil miyiz? İşte bu olmayınca Gezi’deki müthiş gençlerimize, “Kim bunlar? Nereden çıktı?” demek zorunda kalıyoruz...

-----------------------------
Nizamülmülk’ün Öldürülüşü Kitabını %25 İndirimli Satın Almak İçin Tıklayın;